4. dönem toplu sözleşme geride kaldı. Türkiye’nin yaşadığı olağan üstü bir dönem ve yoğun bir gündemde imzalanan Toplu Sözleşme’ye ilişkin farklı değerlendirmeler yapılıyor.
Bir görüşe göre ülkede yaşanacak olası sosyal ve siyasal kriz söylentileri, memura zam vermemenin kılıfıydı. Memur, olası kriz veya kaosa değil, ayın sonunda hesabına yatan maaşa bakar. Ülkenin sosyal, siyasal ve ekonomik darboğazını memura fatura etmek, ulusal ve küresel operasyonları kılıfıyla memuru satmak anlamına gelir.
Diğer bir görüşe göre alınan zam oranı talep edilenden az olsa da memur kanadının teklifi pazarlık payı düşünülerek yapılan teklifti. İki yıl için alınan yüzde 16,5’luk zam hedeflenen orana yakın bir rakamdır. Hizmet kollarının her biri için ayrıca elde edilen kazanımlar var. Maaş zammı için ilişkiler gerilmiş ve pazarlıkla alınabilecekler alınmıştır. Uzlaşma sağlanmayıp hakem heyetine bırakılmış olsa, müzakereyle gelinen noktanın ötesinde bir zam oranına karar verilme ihtimali söz konusu değildi. Ayrıca, OHAL ve ülkenin geçtiği kırılgan süreç göz önüne alındığında etkili bir eylem ve kamuoyu oluşturma süreci de işletilmesi mümkün değildi. Memur-Sen bu dengeleri gözeterek müzakere sürecini yönetti ve toplu sözleşme imzalandı.
Bu değerlendirmelerin ikisinin de memurlar nazarında az-çok karşılığının olduğu söylenebilir.
Ancak Toplu Sözleşme sürecinde yapılan zam oranının gölgesinde kalan önemli bir açıklama var ki; Sendikalar Heyet Başkanlığını Yürüten Memur-Sen Genel Başkanı Ali Yalçın’dan geldi. Müzakerelerde iplerin kopma noktasına geldiği ikinci hafta Yalçın’ın yaptığı ve kamuoyunun dikkatinden kaçan açıklama toplu sözleşme talepleriyle ilgili değil, sendikalar kanunuyla ilgiliydi. Kamuoyu gündeminde tekliflere ilişkin değerlendirmeler varken Yalçın’ın birden Sendika kanununa ilişkin açıklama yapması, kamuoyunu dikkatini çekmese de uzmanların gözünden kaçmadı. Yalçın, açıklamasında Sendikalar Kanununa, toplu sözleşme düzeni, kamu bürokrasisinin toplu sözleşmedeki abartılı rolü ve kamu görevlileri aleyhine gösterdiği direnç ile toplu sözleşme hükümlerinin uygulanmamasından kaynaklanan güvensizlik konularını sert bir dille eleştirdi. Bu eleştirilerin toplu sözleşmenin sonuna doğru yapılması, uzmanlar tarafından müzakerelerin arzu edilen şekilde yürümediği şeklinde yorumlanmıştı.
Yalçın’ın Kamu Görevlileri Sendikaları Kanunu’nun yeniden ele alınması gerektiğine ilişkin isyanının nedeni, uzlaşılmaması ihtimali söz konusu olunca gün yüzüne çıktı. Çünkü Ali Yalçın, toplu sözleşme sürecinin sonunda uzlaşmaya varılmaması halinde hakemliğine başvurulacak 11üyeli Kamu Görevlileri Hakem Kurulu’ndan arzu ettikleri sonucun çıkmayacağından emindi. 11 üyesinin 6’sı Hükümet kanadı tarafından belirlenen bir kurulun, hükümetin talimatının dışına çıkma ihtimali yoktu. Yani Hakem Kurulu, hakem olma vasfına sahip bir kurul değil, taraftı. Buradan kamu işveren heyetinin talimatı dışında karar çıkma ihtimali yoktu. Yalçın’ın isyanının arka planında, Kurulun hükümet tarafından belirlenmesi ve geçmiş toplu sözleşmelerde elde edilen kazanımların toplu sözleşme hükmü olmakla sınırlı kalıp düzenlemeye dönüştürülmesiydi. Yani restleşmenin geçmiş toplu sözleşme hükümlerini de geçersiz kılma ihtimali vardı. Toplu sözleşme kazanımları ise mutabakata bağlanmadığı tamamen riske edilmiş olacaktı.
Gelinen noktada tartışılması gereken zam oranı değil, Ali Yalçın’ın işaret ettiği Sendika Kanunu ve Toplu Sözleşme düzeni olmalıdır. Mantıklı olan, birkaç gün sonra unutulacak zam oranın gibi kısır tartışmalarla gündemi meşgul etmek değil, memuru güçlü kılacak yeni bir düzenlemeyi tartışmaktır.