Üç aylar biz Müslümanlar için ibadet bilincimizin yeniden şaha geçtiği, böylece kulluğumuzun bir yıl öncesini gözden geçirip bir yıl sonrasının planını yapma fırsatı bulduğumuz mübarek aylardır. Bu vesileyle bu ayları müjdeleyen ve itaatin zirve yaptığı yoğun ibadet atmosferinin hakim olduğu mevsimle ilgili övgü dolu ve Allah'ın rızasını kazanmayı teşvik eden hadisleri paylaşmak biz Müslümanlar için bir gelenek haline gelmiştir. Haliyle paylaştığım “Allah’ım, Recep ve Şaban aylarını hakkımızda mübarek eyle ve bizi Ramazan’a ulaştır.” hadisi, Taberani, el-Mu’cemü’l-evsat’ın dördüncü cildinin 189 sayfasında yer almasına rağmen hadis literatürümüze garezi olanların buna mevzu deyip geçmesi, sıradan bir durum olmasa gerekir.
Bu iyi niyet taşımayanlara “Recep ayı başladığı zaman Peygamberimiz şöyle dua ederdi:
“Bizi, Receb ve Şaban ayını güzel geçirmiş bir kul olarak Ramazan’a ulaştır...” hadisini hatırlatıp faydalı bir şey yapmış olmaya çalışmamız dahi durumun vahametinin ne kadar büyük olduğu gerçeğini gizleyemez. Bu manada hadis literatürümüz sağlam. Bunda hiç kuşkumuz yok. Sahih hadis kaynaklarımız muazzam bir samimiyet ve gayretin ürünü. Zayıf hadisler bile itibarlıdır.Uydurma hadis konusuna gelince bunların da tasnifi yapılarak uydurma nedenleri tek tek ele alınmış ve izahatları yapılmıştır. Buna rağmen hadisleri dile dolayanların hiç de iyi niyetli olmadıklarını biliyoruz. Vahametin büyüklüğü buradan ileri gelmektedir. Bu kötü niyetli insanların derdi peygamber düşmanlığıdır çünkü.
Bu hadisin uydurma olmasını zorunlu kılacak hiçbir sebep yok. Konu ne siyasi, ne de dünya menfaatini önceleyen bir husus içermektedir. Kaldı ki bu konuda bu manayı perçinleştirecek nice kelamı kibar mevcut. Bu hadisin Kur'anın ruhuna aykırılığı da söz konusu değil. Bu yapılan üç aylar başlamışken bununla ilgili hadisi paylaşarak inananların tefekkür bilincini yoklamaya matuf güzel bir etkinliği engelleme gayretinden başka bir şey ifade etmiyor. Kişi neyi ne zaman söylediğini bilmesi gerekir. Yoksa kaş yapılırken gözlerden mahrum kalınır.
Bu güzelim günde başka biri kalkıyor mal bulmuş mağribi gibi Kur’an ayetlerinin sayısı belli olduğu gibi hadis sayısı da belli mi? Diye sorduğu bir soru ile kendince bir zafer elde etmişçesine hadisi tuş etmenin sarhoşluğunu yaşıyor.
Soruyorum bu zavallılara:
Nedir bu hadisle derdiniz?
Sünnetle derdiniz?
Peygamberle derdiniz?
Düşün artık ümmetin yakasından.
Peygamberle derdi olanlar İsraillerdi, Tevrat'ı yani Yahudilik'i bozdular. Bu yetmedi İncil'i yani Hristiyanlığı bozdular. Şimdi de o şeytani ruhu içimize saldılar dinimize tebellaş olsunlar diye. Önce dışardan saldırdılar hak nidasını engellemek için. Baktılar ki, İstanbul ve Roma feth olunacak diyen peygamberin ümmeti Allah'ın vadini ta Viyana kapılarına getirişlerini engellemek için planları tutmuyor, bu sefer de bu toplumun içine sızmayı denediler. İki yüzlüler icat ettiler. Son örnekleri Sabetaycılar. Bakın, ne münafıklıklar görürüsünüz.
İşte o sızıntı bugün hadis ve sünneti ortadan kaldırmak için tüm şeytani hileleri şeytanı dahi şaşırtacak derecede sergiliyorlar.
Bizler kelamı kibarı dahi baş tacı ederken Allah'ın kendisine güvendiği, vahyini emanet ettiği, dinini tebliğ vazifesi verdiği peygamberini haybe hay, değil baştacı tacların başı kılarız.
Her gün şeytani bir hile ile karşımıza çıkan bu insan müsvettelerine elbette itibar etmeyeceğiz.
Şimdi de bu sayı okkabazlığını attılar ortaya. Kur'an ayetlerinin yekunu 6666 sayı ile ifade edilse ne zararı olacak, 6236 sayısıyla ifade edilse ne fayda sağlanacak? Biliyoruz ki ayetlerin sayısındaki farklılıklar ileri sürülen birtakım kriterden ileri gelmektedir. Yoksa sayısı ne 6666 denilirken Kur'an'da bir ekleme söz konusu olur ne de 6236 denilirken bir eksiltmeden bahsedilir. Her iki sonuca göre de Kur’an’ın bütünlüğü bozulmamaktadır.
Sonra da Kur'an'daki ayetlerin sayısından hareketle hadislerin de böyle belli bir sayısının olup olmadığını diline dolayarak buradan sünnet kalesinden bir gedik açarak faydalı bir şey yapmışcasına ileri atılmak abesle iştigaldir. Hadis külliyatı böyle bir sayıyla sınırlandırılamaz. Kötü niyetlilerin Yahudice bir yaklaşımıdır bu. Peygamberî söz (haber) külliyatından derlenerek tedvin edilmiş sahih kitaplarımız vardır. Kütübü sittenin başını çektiği bu kitaplar Kur'an'ın anlaşılmasında peygamberi dokunuşları vermede haylice etkin bir muhttevaya sahiptir. Kalben ifsat olmamış ehli sünnet inancına mensup müslümanlar bu konuda hemfikir olup gayet istifade etmekteler.
Hadislerle problemi olanlara gelince,
Allah ve resulüne tabii olma emrini içeren bir çok ayette Rasule tabi olmanın ne demek olduğuna dair herhangi mantıki bir açıklamaları olmamıştır. Hatta Resule tabiliği emreden ayetleri öyle yanlış yorumluyorlar ki ayeti inkarla eşdeğer olacak şekilde bir tavır içine bile girmiş oluyorlar.
Kimisi sahabeyi kastederek insan elinin değdiği metinler olması hasebiyle hadislere itibar edilmeyeceğini söylerken Kur'an'ın peygamberden sonra yazıya aktarılarak daha sonra kitaplaştırılıp çoğaltma eyleminin yine bu insanlar eliyle olduğunu görmezden gelirler.
Hadise karşı olan ruh hastalarının bir kısmı biraz daha insaflı olup “peygamberden bizzat kulaklarımla işittiğim hadisleri kabul ederdim” derken diğer bir kısmı “kulaklarımla işitsem bile mantığıma yatmayan sözleri kabul etmezdim” diyecek kadar imani zafiyet içinde olduklarına da şahidiz.
Daha ileri giden ukela bir kesim de Kur'an bize yeter, hadislere ihtiyacımız yok diyerek sahih tüm hadisleri ortadan kaldıranlar, bu yaptıklarıyla peygambere yönelik giriştikleri hakaretleri yetmemiş gibi bu Kur'an madem biz insanlara indirildi her insan anlar diyerek en cahil kişiye dahi hüküm çıkarma yetkisi vererek Kur'an'ın deruni manasının olmadığı intibahını vererek alemlerin Rabbinin ilim sıfatına halel getirme manası taşıyan girişimler, bu tür insanların Kur'an ifadesiyle kalpleri hastalıklı kimseler olduğunu göstermektedir. Bunların halel getirmeye çalıştığı ilim sıfatını ifade eden Neml Suresi altıncı ayette şöyle geçmektedir. “Şüphesiz Kur'an sana hakim ve alim olanın katından iletilmektedir. Hiç şüphesiz, bu Kur'an, sana, hüküm ve hikmet sahibi olan, (ve her şeyi gerçeğiyle) bilen (Allah'ın) katından ilka edilmektedir. Muhakkak ki bu Kur'an, sana, hükmünde hikmet sahibi olup her şeyi bilen Allah katından veriliyor.”
Kur'an bize yeter ve herkes anlar diyen adamın neden otuz ciltlik bir tefsir yazdığını hala izah edebilmiş değil bu ümmete. Bunu diyen sözüm ona bir ilahiyat uzmanı mesela.
Yine kalbi hastalıklı başka bir ilahiyat uzmanı hadisleri reddetmekle kalmıyor, mantığına uymayan ayetleri de peygamberin bir uydurması olduğunu iddia ederek inkara kalkışıyor. Bunlara inanılsa ortada güven duyulup uyulacak bir din kalmamış olacak. Bunlara göre Allah’ın güvendiği peygamber haşa bir sahtekar, bir sahtekarın eğittiği sahabesi birer yalancı; Allah’ın zikri biz indirdik ve onu koruyacak da ancak biziz ilahi buyruğu ortada iken peygamberi tarafından uydurulup Kur’an’a dahil edilen sözleri engelleyemecek kadar aciz profilli bir ilah.
Daha öncesinden de namazın bu ümmetin başına bela edilmiş bir ibadet olduğunu böğüre böğüre anlatan müotezel uzmanlar da geçti bu sahalardan, horozun kurbanlık hayvan olacağı zırvasını dillendiren de. Ve daha niceleri.
Allah’ın rasihun diyerek taltif ettiği alim kulların tarzı bu değildi işte.
Onlar ayetleri tefsir ederken sözlerinin sonuna Allah en iyisini bilir ifadesiyle kulluğunun sınırlarını bilen müfessirler olduğu gibi fetva verirken fikrini nakzedecek sahih bir hadis bulursanız fetvamı terk ediniz diyerek olması gerekeni açık yüreklilikle dile getiren fakihler de olmuştur.
Hele mürşid-i kamiller... Şeriat, tarikat, marifet ve hakikat kapılarını kırk basamakta geçişlerindeki hikmetler ise kalbi hastalıklı insanların asla anlamayacağı nice hakikatlerin menbaı olmuştur.
Kalbi hastalıkların ilmi derinliklerinin olmadığını, hatta seviyelerini ne durumda olduğunu gösteren şu yorum dikkat çekicidir. Yorumun konusu Lokman Suresi’nin altıncı ayetinde geçen “hadis” kelimesiyle alakalı. Ayetin meali; “ İnsanlar arasında öyleleri vardır ki bilgisizlik yüzünden başkalarını Allah yolundan saptırmak ve o âyetleri alay konusu etmek için eğlendirici sözler kullanırlar; işte bunları alçaltıcı bir azap bekliyor.” Meali verilen ayetin “eğlendirici sözler” ibaresinde geçen “söz” kelimesi Kur’an’ın Arapça metninde “hadis” kelimesiyle ifade edilmiştir. İşte bu kalbi hastalıklı yaratıklar var ya bu kelimeden hareketle bak işte gördünüz mü, Allah bile hadisi reddediyor diyecek kadar bir akıl tutulması içinde ayete şeytanca bir mana veriyorlar. Mabadlarını kaldırıp bu ayetin tefsirine bir göz atsalar burada geçen hadis kelimesinin “söz” manasına geldiğini, sıfat olarak kullanılan “lehv” kelimesinin de eğlendirici manasında olduğundan bu ifadeden aykırı müziğin zararının dile getirilmek istendiğini anlamış olacaklar.
Kalbi hastalıklı kişiler Kur’an’da şöyle ifade edilir: “Sana Kitab'ı indiren O'dur. Ondaki bir kısım ayetler Kitab'ın temelini oluşturan kesin anlamlı ayetlerdir. Diğerleri ise müteşabih (birden fazla anlama gelebilen) ayetlerdir. Kalplerinde bir eğrilik bulunanlar, bozgunculuk yapmak ve kendilerine göre yorumlamak amacıyla müteşabih olan ayetlerin üzerine düşerler. Onların yorumunu (tam ve doğru olarak) Allah'tan başka kimse bilemez. İlimde derinleşmiş olanlar ise "Bunlara iman ettik. Hepsi Rabbimizin katındandır" derler. Şu var ki, akıl sahiplerinin dışındakiler bunlardan ibret almazlar.”
İbadet, taat ve zikirle kalbi yoğrulmayanlar İslam’ın künhüne vakıf olamazlar. Bu vukufiyetsizlerin peygamberi ret etmeleri Kur’an’ı yeterince anlayamamalarından kaynaklanmaktadır. Öğrenilen Kur’an peygambere götürmüyorsa o öğretide bir sorun var demektir. İlmin amele bürünüp kalbe dokunmadığı yerin boşluğunu şeytani iğvalar doldurur. Şeytanlaşmış insanın doğuşu böyle başlar. Peygambere başkaldıranlar da şeytanlaşmış insanlardır. Bu, tarihen hep böyle olmuştur. Biz tüm ilimleri tedvin ederken bozuk görüş ve düşünceleri de bir bir belirlemişiz.
Kalbi hastalıklı olanların sadece yönetmeleri değişir, hedefleri hep aynıdır.
Bu kalbi hastalıklı insanlar ümmetin derdiyle dertlenmezler. Ümmetin birlik ve beraberliğe ihtiyaç duyduğu anlarda kafaları ifsat edecek konuları taşırlar gündeme. Ayasofya'yı açarsın tüm ümmet bayram ederken, Kur'an'da Ayasofya açılacak diye bir ayet var mı diyerek bu sevinci baltalamaya çalışır. Bu kalbi hastalıklar bu sebeple Gazze'yi konuşmaz. Hamas'ın mücadelesini otoriteye başkaldırı olarak görür. Suriye'deki zaferi görmezden gelirler. Velhasıl batının birer piyonluğuna devam ederler.
Kalbi hastalıklara tekrar hatırlatalım. İslam'da hüküm kaynakları Kur'an, Sünnet, İcma ve Kıyas-ı Fukaha'dır. Bu ehl-i sünnet yoludur. Bunun gayrısını savunmak da ehl-i bid'at işidir.
2025 yılımız Allah'ın kalbi hastalıklı kullarının değil sevdiği rasihun kullarının zaferiyle taçlansın.
Mustafa Salim
01 Ocak 2025 Ankara