Kuze Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nde yapılan son Cumhurbaşkanlığı seçimi “suyun uyuyup da düşmanın uyumayacağını” bir daha gösterdi.
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin yeni Cumhurbaşkanı Tufan Erhürman, 19 Ekim 2025 tarihinde yapılan seçimi kazanarak 24 Ekim 2025 Cuma günü yapılan saygı duruşu ve konuşmalar akabinde 18 Ekim 2020 yılından itibaren beş yıl Cumhurbaşkanlığı yapan Ersin Tatar'dan görevi devraldı. Sonuçlara sevinen de oldu üzülen de.
Seçimlerimizde ne hikmetse sadece sözde kalan bir demokrasi havası esmektedir. Bu durum Osmanlının dağılmasından sonra hep bu minval üzere devam eder oldu. Çünkü hep yolunda gitmeyen bir durum vardı bu coğrafyada. Dayatmacı bir zihniyet koca bir milleti devşirmenin derdinde olduğu için algılar hep olguların yerini aldı bir asır boyunca. Anasının kaderini yaşayan kız misali Kuzey Kıbrıs da bu manada yavru vatan olarak Anavatan’ın kaderini yaşıyordu.
Seçimlerde hep anormallikler yaşandığı için iyilerin kazanması çok zor oluyor coğrafyamızda. Osmanlıdan sonra azgın azınlıkların hep dediği oluyordu güzelim ülkemde. Yeni dünya düzeni adına bu coğrafyada Müslümanın güç sahibi olmaması gerekiyordu. Arz-ı Mev’ud içindi her şey.
Binbir hile ve desiseyle kazanılan yerel seçimlerde oynanan oyunlar bugün Kıbrıs seçimlerinde de oynandı. Bugün büyükşehir belediyelerimizin özellikle İstanbul, Ankara ve İzmir’de ortaya çıkan yolsuzlukları dudak uçurtacak mahiyette ve hala devam etmektedir. Demek oluyor ki bu topraklarımızda birileri söz sahibi olmamızı istemiyor.
Seçimin sonunda zorbaları getirecek kadar sayı üstünlüğü sağlayan o beyni yıkamışların nasıl devşirildiği hususu üzerinde durulması gereken çok önemli bir konu bence.
Gazze zulmü ortada iken, Rusya-Ukrayna arasında görülen anlamsız savaşın her aşamasına şahitken Kıbrıs’ta olup bitenin bir adım sonrasında yaşanacaklardan bir anlık gaflet, belki de telafisi mümkün olmayacak zulümlere sebep olacaktır. 1974 Kıbrıs savaşının neden çıktığını ve savaş sürecinde orada yaşayan kardeşlerimizin nasıl hunharca katledildiklerini daha dün gibi hatırlıyoruz.
Bu sebeple yapılan seçimin demokrasinin normal seyrinde giden bir seçim olmadığını rahatlıkla söyleyebiliyoruz. El altında yürütülen tüm iğrenç planlar demokrasi kılıfıyla sadece kamufle edildi.
Seçimin sonucundan Rumlar, Yunanlar, Siyonist ve batılılar memnunsa işin içinde bir bit yeniği var demektir. Bunu görmek için uluslararası siyaset uzmanı olmaya da gerek yoktur. Sağduyulu her bir bakış her şeyi gözler önüne zaten seriyor.
Son çeyrek asırda Türkiye olarak dünyanın sayılı ülkeleri arasında yer alarak sahip olduğumuz konumumuzla sözü dinlenen ağırlıkta bir ülke olduk. Bu da gizli ve bir o kadar derin plan sahiplerini fazlasıyla tedirgin etti. Haliyle bu övgüye layık yüksek seviyemiz birçoklarını rahatsız eder oldu. Coğrafyanın kilit bir ülkesi olma yolunda ilerleyişimiz planlarının yürümesini akamete uğrattığı için bizim güçsüz olmamızı isterler. Güçlü olduğumuz Selçuklu ve Osmanlı dönemlerindeki hamlelerimiz neler yapabileceğimizin ipuçlarını veriyor.
Yıllarca PKK ile uğraştırılmamız, sonra FETÖ’nün sahnelenmesi, mezhepsel ayrışmalara maruz kalışımız hep bu güçlü yönümüzle ilgili olup neler yapabileceğimizin düşmanlarımıza verdiği korku sonucu önümüze çıkarılan engellerdi. PKK ve FETÖ çıbanını bünyemizden koparıp temizlememiz aleyhimize olan bir asırlık hain planın devşirilmek üzere olan meyvelerini yediremeyişimize fena halde içerlenen harici bedhahlar intikamlarını başka yollardan almaya kalkıştılar. Bu intikam yerel seçimlerde İstanbul ve Ankara gibi büyükşehir belediyelerin el değiştirmesiyle kendisini gösterdi. Sonra da Cumhurbaşkanlığı koltuğuna asrın hırsızını oturtarak ülkeyi tamamen talan etmekle devam ettireceklerdi. Bu coğrafyada kendi öz kimliğiyle hareket edecek Müslüman bir devlet istemiyorlardı. Kıbrıs’taki Cumhurbaşkanlığı seçimini bu manada bir zafer olarak görmektedirler.
Vesayet yıllarımızın özlemi içinde olanlar Türkiye’deki taktiklerini Kıbrıs’ta da hep uygulamışlardı.
Planları gereği hedefte olan insanların algılarıyla oynanması ihmale gelmeyecek kadar önemli bir husustur. Örneğin biz PKK’nın kök salışını her ne kadar 1980’li yıllara indirsek de uzantılarının Kurtuluş Savaşı’nın hemen sonrasındaki yapılanmada olduğunu görürüz. Jön Türk olgusunun altında da bu fikir yatmaktaydı. Maksat Kürtlerin yaşadığı bölgenin sahipsiz bırakılarak ilerde Türkiye’den koparılmasıydı. “Ne Mutlu Türküm Diyene” cümlesini doğu ve güneydoğu bölgelerimizin Kürt vatandaşlarının ağırlıkta olduğu şehirlerin görünür tepelerine kazınmasının altında da bölgeyi Türkiye Cumhuriyetinden ayırmak düşüncesi vardı. Oraları bakımsız bırakmak, yol, su ve elektrik gibi hayatın olmazsa olmazı addedilen hizmetlerden mahrum bırakılması da yine bu kirli planın bir parçasıydı. Çünkü günü geldiğinde tüm aksaklıklar argüman haline getirilip Kürt vatandaşların devlete başkaldırmaları sağlanacaktı. Sonra da yağdan kıl çekilircesine hedeflerine ulaşacaklardı. Maalesef 2002 yılına kadar gelen tüm hükümetler bu plana hizmet eder olmuştu. Menderes bunların planlarına karşı çıktığında bunu hayatıyla ödedi. Özellikle Turgut ÖZAL’ın hükümetleri döneminde doğu ve güneydoğu bölgelerimize yapılan yatırımlar oyun kuranların kullandıkları argümanları tek tek ellerinden alıyordu. Bu da Cumhurbaşkanının ölümüne neden oldu. Velhasıl güçlü bir Türkiye istenmiyordu.
Bu argümanlara ek olarak gençlik dinden uzaklaştırılıyordu. Kendi öz kimlikleri ellerinden alınıyordu. Geleceğe geçmişinden ilham alarak atacakları adımların önüne geçiliyordu. Yetişen gençlik tamamen idealsiz bırakılıyordu. Öyle ki bir zaman sonra geçmişinden utanır hale getirilmişlerdi. Sonunda gençlerimiz sadece menfaatini düşünen bireyler oluvermişti. Parayı verenin düdüğü çalınıyordu. Milletçe maruz kalınacak felaketler gün gibi aşikarken maalesef göremez olmuşlardı. Sonuçta algılarla yönetilmeye namzet ve hazır kıta emir bekleyen mankurtlaşmış bireyler haline gelmişlerdi.
Din, örf, adet ve geleneklerinden koparılmaya çalışılan gençlere doğru bir dinin anlatımı maksadıyla dernek ve vakıf çalışmaları ayyuka çıkınca din görüntüsü altında FETÖ finanse edilerek dine yönelişi de tekellerine almaya çalıştılar ki bunu da 15 Temmuz destanımızla yerle bir ettik.
Bunlar bilinen hususlar olsa da Kıbrıs’ta da aynı oyunların oynandığının altını çizmemiz gerekiyor. Kıbrıs’ın konumu itibariyle düşman saldırısında önemli bir cephe niteliği taşıması Cumhurbaşkanlığına getirilecek şahsın duruşu, kime hizmet edeceğini belirleyecekti. Harici unsurların Türkiye’de uygulanan metotların birebir aynısının burada uyguladığını çok iyi biliyoruz.
Bir görev vesilesiyle Kıbrıs’a 2017 yılında uçaktan inerek topraklarına ilk ayak bastığımda bizdekine benzer birçok manzara görebilmiştim. İlk etapta kumarhaneler ve bakımsız cadde ve sokaklarıyla şehirleri dikkatimi çekmişti. Kumarhaneler ahlaken çöküşmüşlüğün bir ifadesiyken bakımsız şehirle de Rum yönetiminin özendirilmesi amacına matuftu. Her iki durumda da hedeflenen husus Kıbrıs’ta batı yanlısı bir düşüncenin hâkim olmasına yönelikti. Böylece Kıbrıs’ta Türkiye’nin isteklerinden ziyade batının isteklerini kabul edecek bir zihniyetin varlığı söz konusu olacaktı. Deniz suyunun altından tatlı suyun taşındığı Kuzey Kıbrıs Su Temini Projesi’nin Lefkoşa'daki açılış töreninde “Getirdiğin su, götürdüğün canları temizleyemez.” pankartıyla protesto edildi. “Cenabetli gezeriz yine suyu kullanmayız.” sloganıyla da Türkiye’nin istenmediği intibahı veriliyordu. En son üniversitelerde başörtülü okumanın yasaklanmasına daire verilen kararın seçimden önce ilan edilmesi aslında tehlikenin ayak sesleriydi bir yerde. Bir bakıma kötüler ve kötülük organize edilmişti Kıbrıs adasının kuzey kesiminde.
Kıbrıs Rum kesiminin batılılarca kullanılan bir merkez oluşu, özellikle de Gazze katliamından sonra varlıklı Yahudilerin adanın güney kesimine gelip yerleşmeleri buranın ne kadar stratejik olduğunu zaten göstermektedir. Harici unsurların içimizdeki uzantılarının ayak oyunları 1974 çıkartmamızı akamete uğratmasaydı bugün ada tamamen mülkümüz olabilirdi.
Bugüne geldiğimizde türlü ayak oyunlarıyla ada halkı Türk devletine düşman haline getirilerek kale içten fethedilmek istenmektedir.
Yoksa Erhürman’nın, seçim kampanyasında Güney Kıbrıs ile entegrasyonu savunmasına ve uluslararası tanınırlığa vurgu yapmasına rağmen neden seçilsindi? Ayrıca Türkiye ile ilişkilerde daha mesafeli bir dönemi işaret eden söylemleri ortadayken böyle birine neden oy verilsindi?
Diğer taraftan Ersin Tatar’ın, “Kıbrıs meselesinde bir umut pompalandı. Oysa biz halkımıza gerçekleri anlattık. Egemen eşitliğe dayalı iki devletli çözüm vizyonundan taviz vermedik.” Sözlerini duymak bile istemediler.
Seçimden sonra Devlet Bahçeli’nin, “KKTC'deki seçim sonuçlarının çok az bir katılımla gerçekleştiğini, geçersiz sayılması ve KKTC parlamentosunun Türkiye'ye katılma kararı alması gerektiğini” söylemesi maalesef karalanmaya çalışıldı. Nasıl bir tehlike ile karşılaştığımıza yönelik de “KKTC parlamentosu acilen toplanmalı, seçim sonuçları ve federasyona dönüşün kabul edilemeyeceğini ilan etmeli.” söyleriyle ifade etti. Sonuç yine karşı çıkışlara neden oldu.
Tarihi unutturulan bir gençlikle karşı karşıyayız. Bunun örneklerini Türkiye’de gördüğümüz gibi Kuzey Kıbrıs’ta maalesef görebilmekteyiz.
Mesele seçimin de ötesinde olup bir kimlik sorunu yaşadığımızı çok iyi bilmemiz gerekiyor.
İç cephenin güçlendirilmesiyle bunu kastediyoruz.
Uyanık “su” olmalıyız.
Mustafa SALİM
26 Ekim 2025 ANKARA