Teknoloji dijital ürünler üretince, buna bağlı gelişmeler neticesinde internet denilen bir haberleşme ağıyla da sosyal medya ve akabinde sanal bir alemin oluşması insani ilişkileri sekteye uğrattı. Akıllı cep telefonları bebeğin emziği misali daha hayati konumuyla her yaştan insanın elinden düşmez oldu. Evde, yolda, işte, toplantılarda, dinlenme anlarında ve hatta yatakta dahi insandan ayrılmayan bir uzuv gibi. İstesek de istemesek de hayatımızın merkezine gelip oturdu. 
Tamamen faydasız demiyoruz tabi ki. Yerli yerince kullanıldığı takdirde de buraya sığmayacak satırlarla anlatılamayacak kadar faydası çokça görülen bir cihaz. Dünyanın öbür ucunda da olsa bir belge ve görüntünün anında ilgilinin eline ulaşması an meselesi. Öyle bir halin içindeyiz ki bu cihazın asli görevi olan telefonlaşma neredeyse ikinci ve üçüncü plana itilmiş durumda. 
Sabah işe giderken yanımda oturan iki annenin evlatlarından telefonların gelmediğinden şikâyetlerini dinlemek zorunda kaldım. Haliyle dinlemeye koyuldum. Çünkü hepimizin mustarip olduğu bir konuydu.
Akıllı cep telefonları insan hayatına girdikten sonra aile ortamında bile ailenin her ferdinin tek başına yaşadığına şahidiz. Kişilere bir yerde yalnızlığı başka bir yönüyle de tüm dünyayla iç içeliği yaşatan bir cihaz. Odasında tek başınayken bile bilmediğimiz bir çok insanla irtibata geçişleri sağlayan siteler, oyun ortamları çocukların aile terbiyesiyle yetişmelerinin önünü kesiyor adeta. Sonra da ailenin ortak kültürü diye bir şey kalmamış oluyor. Aynı ailede yetişen farklı kardeşleri görmek mümkün olmaktadır. 
İki annenin en çok mustarip oldukları konu ise evlatlarının edilen telefonlara ya geri dönüş yapmamaları ya da zamanı geçtikten sonra dönüş yapmaları. 
İki anneyi dinlerken o an aklıma daha önce okuduğum evlatla anne-baba ilişkisini anlatan iki küçük hikâye geldi. Bu hikâyeden biri annenin oğluyla olan hikâyesi ikincisi de baba oğul hikâyesi.
Gecenin yarısında, uykunun en derin yerinde bir telefon gelir. Delikanlı açmak istemez. Fakat telefon ısrarla çalınca alır eline ve bakar ki o saatte arayan kişi annesi. Sinirlense de belli ettirmez sinirini ama sitemkâr bir üslupla “bu saatte hayırdır”anne der. Hal hatırını sormaktı maksadım diye karşılık verir annesi. Sıradan bir mesele olduğunu öğrenince de daha da sinirlenir ama yine belli ettirmez. Ve anne devam ederek der ki “doğum günün kutlu olsun oğlum”. Evlat “Anne, bu kutlamayı gündüz de yapabilirdin, ne acelesi vardı” der. Anne içini çekerek “Oğlum gecenin tam bu saatinde dünyaya gelmiştin, çok sevinmiştim, şu an onu hatırladım”. Anlayacağımız bir anne “bu saatte neden geldin dünyaya “demezdi. Annelerin öyle demesi şurada dursun o saatin kendileri için dünyanın en tatlı ve değerli anı olduğunu bilmeyenimiz mi var?
Baba oğul hikâyesine gelince;
Yaşlı baba oğluyla evin önündeki kamelyada oturur sohbet ederler. Bir kuş konar ağacın dalına ve baba sorar evladına “bu hangi kuş” diye. Cevap verir oğlu ve sonrasında aynı kuştan biri daha konar ağacın dalına; tekrar aynı soruyu sorunca oğlu, “baba cevap verdim ya” der. Çünkü sorduğu soru aynı kuştan başka bir kuş için ikinci defa sorduğu bir soruydu. Baba tebessüm eder oğluna ve der ki “sen konuşmaya başladığın günlerde bu oturduğumuz yerde bana aynı konuda defalarca sorduğun soruya bıkmadan, usanmadan aynı heyecanla cevap vermiştim de yeter artık dememiştim.”
Her iki hikâyeden de ebeveynin ne istediği ile evlatların davranış biçiminin nasıl olması gerektiğini anlayabiliyoruz.   
Şu zamanda hikâyelerde geçen meseleye benzer durumları biz cep telefonlarında yaşıyoruz maalesef.
Evladın anne babasından gelen telefonlara cevap vermemesini önemli kılan husus sosyal medyada belirsiz kaynaklardan beslenen beyinlerin dejenere oluşunun bir sonucu olması yönüyle dikkat çekmektedir. Cevap vermemek ruhsal bir sorun olduğunun alametidir çünkü. Değer verip vermemenin bir tezahürüdür. Başka yönüyle de sorumluluğunu yerine getirmeyenlerin başvurduğu bir yöntem olması bakımından önem arz etmektedir. Her ne sebep olursa olsun kabul edilir bir davranış değildir. 
Söz konusu olan evlat davranışıysa bu asla kabul edilemez. Her anne ve baba durum ne olursa olsun evladıyla olan irtibatını kesmez. Bu konuda ısrarcı da olur. Evlatlarının göremediği tehlikeyi anne babalar görür. İster yakınında olsun evladı ister uzaklarda bir yerde; anlık sesini duymak isteği bile başlı başına bir hazdır anne baba için. 
Birini arasan cevap vermezse ısrar etmez ve bir daha da aramak istemezsin. Sev beni seveyim seni der geçersin. İnsan pek de umursamaz. Ancak evlat söz konusu olunca durum değişiyor. Gece gündüz arasa da evladını anne-baba, dönüş olmazsa bile gücenmez ve tekrar tekrar yine arar evladını. Hikayedeki gibi aynı soruyu defalarca da sorasa bıkmadan verilen cevap misali. 
Bir kişinin hayatında böyle ısrarlı telefonlar ya anne babasından gelir, ya eşinden ya da çocuklarından. Sonra yakınlık derecesine göre diğer akrabalarından.
Evli olmayan için eş ve çocuklarından gelecek telefonların kıymet itibariyle mahiyeti o an anlaşılmaz elbette. Fakat vakti geldiğinde de insan eş ve evladına hemencecik yaptığı dönüşten zamanında anne ve babasının neden istekli olduklarının sebebini o zaman anlar. Hayatın kanunu bu. Ve ısrar edenler de bunlardır, yani anne ve babalar. İnsanın hayatında bu ısrar edicilerin sayısı azdır ve yerleri de özeldir. Evlat yaşadığı sürece hayatına birçok insan girecektir ama bunlar hayatlarındaki özeller kadar ağırlığı ve kıymeti olmayacaktır.
Sonra eşi ve çocuklarıyla uzun bir hayat yaşasalar da anne babalarının ömürleri yetmeyeceği için belki de onlarla bu kadar vakit yaşama fırsat bulamayacaklardır.
Evlat sahibi olduktan sonra anne babanın psikolojisini anlayacaklar elbette. İşte evlatlar anne babalarını anladıkları gün bu ısrarlı telefonların sebebi de anlaşılmış olur.
Halbuki sebebi çok basit. Evladının sesini duymak. Canı sıkılıyorsa derdine ortak olmak, sevinçliyse de sevincini paylaşmak ve o mutluluğu birlikte yaşamaktır. İnsanın dünyada evladı kadar değerli hiç bir şeyi yoktur çünkü...
Telefon açamazsa da bir mesajla da olsa evladın geri dönmesi dünyalara bedeldir.
Yanımda duyacağım bir ses tonuyla dertleşen iki anneyi dinlerken bunları söyleyerek konuşmalarına katılmak isterdim. Fakat daha neler konuşacaklar diye kendilerini merakla dinlemeye vermişken ineceğim durağa çoktan gelmiştim. Onlar mutlaka bu konuyu başka zeminlerde de dile getireceklerdi. Çünkü asrımızın çözümünü beklediği önemli bir konuydu. Tenkoloji, içimizde oluşturduğu sanal bir alemle maalesef evlatlarımızı elle tutulur, ayakların bastığı şu gerçek dünyadan koparıvermektedir. Teknolojinin sanal aleminde yetişerek büyüyen bu genç neslin dünyayı idare etme yaşına geldiklerinde nasıl bir manzara ile karşı karşıya kalacaklarını kestirmek pek zordur. En azından bizim gibi olmayacakları kesin. Edilen telefonlara geri dönüşün olmaması sıradan bir  olay değildir.  Toplumsal kültürün akışında inkıtalar söz konusudur. Fertleri birbirine bağlayan unsurların eriyip yok olması demektir. Bu da haliyle büyük bir sorun olarak çıkıyor karşımıza.
Anne babaların istekleri ne kadar doğalsa sosyal medyanın yetiştirmesi olan genç neslin bu doğallığı anlaması birçoklarında imkânsız gibi görünmektedir. Bu hususta devletimizin çok ciddi önlem alması gerekmektedir. Bir taraftan aile, diğer taraftan Milli Eğitim Bakanlığıyla Diyanet İşleri Başkanlığının bir araya gelerek birlikte hazırlayacağı projelerle cep telefonu aracığıyla kullanılan sosyal medyaya uyulması gereken kuralların konması ve eğitiminin verilmesi gerekmektedir. Gerektiğinde sakıncalı sitelerin de engellenmesi icap eder.
Mustafa Salim
02 Kasım 2025, Ankara