Bugünlerde sıkça duyduğum bir kelime “DAVA!”.
“Sevgili Dava Arkadaşlarım” hitabıyla başlayıp derdinin makam mansıp olmadığını iddia eden söylevler dolaşıyor etrafta.
Hele temsil hüviyetini kaybedenlerin buruk dava sevdası ayrıca dikkate değer.
*
Eskiden, duyulduğunda insanı heyecanlandıran dolu dolu bir kavramdı DAVA.
Necip Fazıl’ın Büyük Doğu davası vardı. Uğrunda çile çekilen; aksiyonu olan, fikir üretilen dava. Sınırları çizilen bir dava:
“Genç adam! Bundan böyle senden beklediğim şudur: Tabutumu öz ellerinle musalla taşına koyarken, Anadolu kıtası büyüklüğündeki dâva taşını da gediğine koymayı unutma ve bunu tek vasiyetim bil!”
Ne müthiş bir DAVA anlayışı ve ne müthiş bir VASİYET!
Yürekteki dava neyse dilden dökülen dava o!
Gündüz dava neyse gece de dava aynı DAVA!
Sağına soluna bakınmadan uğruna can verilecek bir DAVA!
İyi adamlar iyi atlara binip gitmeden önce durum böyleydi!..
*
Sonra işin içine önce masa, sonra kasa ve nihayetinde işin içine başka unsurlar girdi. İşler şirazesinden çıktı.
Bundan sonra “DAVA” da anlamını yitirdi. Sadece lafzı kaldı.
“Dava“, “Ağır Abi”lerin dilinden bir başka edayla dökülmeye, yeni anlamlar yüklenmeye başladı. Zenginlik, güç, gösteriş oldu “Dava”!..
“Gündüz külahlı gece silahlı” deyimi tam da bu anlam yozlaşmasını ifade eder hale geldi.
Meydanda, mikrofon karşısında, sivil toplumda, sosyal medyada davayı dilinden düşürmeyen ama gece mesaisinde davayı aklına getirmeyen bir güruh “dava”yı esir aldı!..
Davanın anlamı çoğunlukla dürüst, fakir fukaranın dilinde mahsur kaldı. Belki de fakir fukara kalındığı için onların dilinde dava anlamını yitirmedi...
*
Tam da bu noktada Hayrettin Karaman Hoca’nın manifesto niteliğindeki yazısı geldi. Uzun bir yazı olduğu için tamamını almıyorum. Sosyal medyada çokça paylaşılan, okunan bir yazı olduğunu düşündüğüm “Çınarımızı Kurutmayalım”[1] adlı yazının kısa bir bölümünü ve yazının linkini buradan paylaşıyor, altına imzamı atıyorum.
“Bir edepsiz adam Hz. Ali’ye gelmiş, onun yönetiminden şikayet ve kendisine 'Senden öncekiler ne iyi idiler, başımıza gelenler hep senin kötülüğünden geliyor' diyerek hakaret etmiş.
Hz. Ali ona şu cevabı vermiş: 'Bunlar benim kötülüğümden olmuyor; Ebu Bekr’in yanında ben vardım, Ömer vardı, Osman vardı…
Ömer’in yanında da biz vardık, benim yanımda ise sen ve benzerlerin var, olanlar bundan oluyor.'
Ne yapalım, elbise yapmak için mevcut kumaşımız budur, ama kumaşın sağlam yerlerini kullanarak da sağlam bir elbise yapabiliriz vesselam.”
Teşekkürler Hocam.
Artık VAKİT, “DAVA”yı kurtarma VAKTİDİR!
[1] https://www.yenisafak.com/.../hayrettinkaraman/cinarimizi-kurutmayalim-2046280