Ve hepsi insandılar "Çocuk, çocuğumuz, çocuklar oyun oynayarak geçmek isterler sınırların karasını , denizini. Her yaşanan zorbalığı babalarının maruz kaldıkları şiddetten sonraki çaresiz bakışlarından anlarlar ve işte o zaman öğrenirler oyun oynamadan büyümeleri gerektiğini, sınırın sıfır noktasında yaşamak için sınırı mutlak geçmenin önemini.
Yaşamın ince çizgisi ölümün(kimliksiz) hattından sınır hattına kapılar açılır, geride her şeyi bırakarak daha iyi yaşamak için bekli de ölmek için. Yaşayanların kentine varmak için ölülerin kentini geçmek zorunda bırakılan insanlar, küllerin altına gömülen şaşaalı dönemlerden küllerinden yeniden doğan medeniyetlere doğru sürüklenmeye başladılar.
Akşam oluyor, yalnızlık ve sessizlik bütün yoğunluğuyla yayılmaya başlıyor, nöbetçilerin ve askerlerin ayak sesleri gittikçe artıyor. Evlerin, çarşı ve sokakların kapıları bir bir kapanıyor ve geceler, başı boş arazileri meşhur mekanlara dönüştürüyor. Dışarılarda mum ışığını bile sızdırmaya razı olmayan pencerelerden tir tir titreyerek korkuların esiri olmaya başlayan cesaret mırıltıları gelmeye başladı bile.
Yaşamın şifresinin peşinden onca meşakkatleri katlanarak geçmeye çalışan bu mülteci insanlar, kendilerini çocuklarının, eşlerinin gözbebeklerindeki anlık görüntülere, yüksek nabız atışlarına ve saatlere düşen zamanın yağmur damlalarının tek düzeliğinde bölünmüş akışın ve sonsuzluğun sonundaki huzurlu sessizliğine teslim ederek kaybolmak arzusundalar. İrileşmiş gözlerde sınırın sıfır noktasındaki geçiş dalgalarının zarif görünüşü çekiyor etrafta kayda değer olmayan bakışları.
Güneş oldukça eğik, etrafta hâlâ sabahın getirdiği çiğ taneleri ve loşluklar var. Vaktinden önce ölmek ne hayata ihanettir ne de isyandır. Var olan adaletsizliğe, dışlanmışlığa karşı kendi kendisini onurlandırmaya dönük bir eylemdir. Herkesin gözlerinde kendilerini umuda bağlayan, ruhlarının beraberliği hissini bakışlarında uyandıran, bir daha hatırlanmayacak geçmiş zaman anısı taşıyorlarmış gibi yürüyorlar. Göz kapaklarının altındaki acı bakışları bütün yaşanmış güzel zamanları hatırladıkça bir bir sönüyor.
Sabah bütün bedeni uyuşturan çiğ tanelerinin ıslaklığında mutlak yalnızlığın abonesi gibiler. Hasret çeken bir kafes kuşu gibi gözleri gökyüzünde elleri açık, bir dua düşsün diye bekleyip duruyorlar. Mesele diye karşılarına çıkan zorlukların çoğunu kendi içinde halletmeye çalışıyorlar.
Hayal kırıklıkları uzayın genişleyen akşam güneşinin anlaşılmaz gölgelerinin geceyi acıtacak yansımaları arasında, bulanık düşüncelerin verdiği birbirinin üstüne katmerlenmiş, gittikçe artan sıkıntı anlarının bitmez tükenmez ihtimalleri üzerindeki vehimlerin dehşetiyle arzuyu gururu buruşturan bir sabırsızlıkla bekliyorlar sınırın umutsuzluğun da açılacak kapıları.
Tel örgülere takılı gözlerin sabitlendiği duygu karmaşasında, fırtınalar arasında savruluyor ruhları bir bir. Neye mal olursa olsun, sonu nereye varırsa varsın kestirme diyecekleri itiraflardan kurtulmak için içlerine sakladıkları ve artık açığa çıkmasından korkmadıkları gizli isyanları bir bir sergiliyorlar.
Bütün mesele kendilerinden ziyade çocukları, eşleri için dışarıda aradıkları imkandan başka bir şey değil. Artık kimliksizliği yaşamanın sadece yığınlara dönüştüğü hatta kendilerini kabul edecek himayelere bizi öldürün ve kendi idealleriniz neyse, bizi onlara göre yeniden yaratın diyecek kadar kendilerini feda etmeye hazırlar. Bundan eminler.
Mümkün olmayan şeyi istemek ve kendilerini ne olursa olsun elde etmek için yormaya, paralamaya hazırlar. Bu çağın insanının hayvanlığını, medenileştirdiği kadar medeniliğini de hayvanlaştıran bir çağı beslediğinden eminler.
Bütün ömürleri kendi kendilerini yemenin muhasebesi içinde geçmektedir. Böyle bir ömrü çekmenin işkencesi de tercihlerindeki isabetsizliğin cezasıdır. Bunlar için kavuşmanın herhangi bir kıymeti yok. Bunları bağlayan tek şey vatan değil ,geride kalanlar değil, mekanın kendilerine yer açması ve kendilerini kendilerine bağlananlar için feda etmeleridir.
Aynı kaderi paylaşanlarla benzer yanları, hiç kimsenin dünyasından memnun olmamasıdır. Hayatlarının boş odalardaki saatler gibi gelip geçmesidir. Birbirine düşman birçok menfaatin çarpışmasından doğan arzular arasında yer bulmak. Hepsi gözlerini yumup hiç kimseye ait olmayan ve bilinmeyen yerlere ait hayaller ülkesinde dinlenmek istiyorlar.
Bütün dünya yüzündeki kalabalıklar içinde yapayalnız, birçok zalimin azabı altında kıvranarak kurtulmanın hesabıyla bir gün körelmiş vicdani hakimlerin karşısında kendilerinin aklanacaklarına inanıyorlar. Aslında biliyorlar onlar da kanlı kavgalara lüzum olmadığını, dünyanın yaşayan her canlıya yeteceğini, çözümün sevgiyi ve alakayı ortadan kaldırmakla olmayacağını, bütün kinleri ve nefretleri içimizde öldürebilmeliyiz diyorlar.
Rezil etmek veya öldürmek yani manen ve maddeten öldürmenin verdiği zafer gururu ne olursa olsun zafer değildir ve meseleler böyle halledilemez. Yine de tutsak edilmiş masum isteklerin kısık haykırışı ile sesleniyorlardı ”Bize yol verin, biz sizin ülkenizde kalmayacağız, sadece yol verin” diye.