Ölüm o kadar gerçek bir olay ki bu gerçeği vefatlarına şahit olduğumuz yakın akraba ve dostlarımızın bizi her terk edişindeki acılarda hissediyor, anlıyor ve görebiliyoruz.
Kimi bu gerçeğe yitirdiği eşinde, kimi yitirdiği evladında, kimi yitirdiği kardeşinde, kimi yitirdiği anne babasında ve kimi de yitirdiği dostlarının kaybında şahit olmaktadır.
Bir yerde ölüm, onu tadan için geride kalan bir merhale iken onu tatmayanlar içinse daha varılmayan fakat gelmesi mukadder bir merhaledir. Ölüm mutlak gerçekleşecekse bu merhalede nelerin olup bittiğinin iyi bilinmesi gerekir. Ancak kimi, çözümü ölümden sonraki hayatı ret ederek kısmi bir rahatlık elde etmede bulsa da, insanların ekserisi ölümü, sonsuz hayatın başlangıcı olarak kabul ettiği bu girift bilmecenin çözümünü ölümden sonraki hayata hazırlanmakta bulmaktadır.
Allah rahmet eylesin. Mekânı cennet olsun tüm ölülerimizin. Ecel bu. Ömrün gelip dayandığı son ve geçilmez sınırı. Bir âlimimiz der ki dünyada ev sahibi gibi yaşamayın, kiracı gibi yaşayın ki dünyayı terk etmek zor olmasın.
Her ölüm hele hele böyle tanıdığımız eş, evlat, kardeş, anne-baba ve yakın dostlardan müteşekkil kimselerin ölümüyse biz gibi hala yaşayanlar için büyük ibretler içerir.
51 yaşında ölen bir babanın şu an yaşayan evladıyım. Daha sonra ölümüyle beni sarsan nice akraba ve dost ölümleri oldu. Hele hele vaki ölümler yaşıtların arasında olursa hayat muhasebesinde insan, daha derin sayfaların mana dolu satırlarında buluyor kendisini. Yıllar önce eşini yitiren liseden sınıf arkadaşım Ahmet Duran AYDIN. Üç öksüz çocukla başbaşa kalışını bilirim. Yine lise arkadaşım Mehmet AKNAR, geçen yıl yitirmişti eşini. Daha acısına biz dostları dahi alışamamışken bu bayramdan iki gün önce yine eşini yitiren lise döneminden Tahir ÇELEBİ’nin yaşadığı acının haberiyle sarsılıverdik. Ecele inancımız tam olsa da her ölüm erken gelir biz insanoğluna.
İbretlerle doludur her ölüm olayı.
Cenaze törenlerine katılmayanımız yoktur. En yakınımız için de kabre konuş ve yapılan telkinle sona eren programın her aşamasında bulunuruz. O anda neler düşünülmez ki... O anki düşüncelerimizin kaynağı, ölüm olayıdır. Onun için ölüm olayı başlı başına bir vaazdır diyoruz; hem de kelamsız, hitabetsiz ve sessiz bir vaaz. O vaazın gür sesini kabir başında bulunan herkes, içinde en yüksek tınısıyla ve ruhunu patlatırcasına; en korkutucusu da bu dinleyişin dayanılmaz bir işkence haline gelmesidir.
Ölümün dirileri etkileyici vaazı herkesin kabri terk edişine kadardır. Camilerdeki vaazın etkisi de camide kalındığı müddetçe değil mi? Konferansların etkisi de böyle, okullarda verilen dersler de...
Yine de önemli olan bir an da olsa etkileyici bir bilginin ardını bırakmamaktır.
Bunu bir öğrencinin başarı hikâyesi daha güzel açıklar:
Biliriz ki öğrencilerin başarısının temelinde öğrencinin okul dışında sınıfta öğrendiklerini pekiştirme faaliyeti yer alır. Öğrenilen her bilginin kalıcı olmasında sonrasındaki kafa yormaların çok faydası vardır çünkü.
Ölüm vaazındaki bir anlık etkinin devamı o vaazın gereklerini yerine getirmekle ancak mümkün olur; unutmakla değil.
Ölüm vaazının anlık en büyük etkisi, bir gün geldiğinde onu yaşayacak olacağımızın mutlaka gerçekleşecek olmasıdır. O anın bu etkileyişini canlı tutmaktır esas olan. Meselenin can alıcı noktası burasıdır. Bu noktanın canlı tutulması tefekküre dalışın işareti manasına gelir ki navigasyonda yol haritasını bulmak gibidir. Sonrası sürücünün bileceği iştir.
Madem bir gün hepimiz öleceğiz, ölüm ve sonrası için neden kafa yormayalım? İki tür yaklaşımla karşı karşıya kalınır bu durumda. O da kafa yorup yormama biçimiyle gösterir kendisini.
Kafa yormayanların en belirgin rahatlama yolu, ölüm sonrası hayatı inkârdır, yani yeniden dirilmeye inanmamalarıdır. Ahireti inkâr edenlerin nazarında ölüm, dehşet verici korkunç bir olaydır. Çünkü onlara göre ölüm, sonsuza dek sürecek bir yok oluşun hikâyesidir. O yüzden bu tür kimseler için ölümü hatırlatıcı her şey korkunçtur: Bu tür insanlar ezandan rahatsız olurlar. Selalardan rahatsız olurlar. Namazdan rahatsız olurlar. Kur'an'dan rahatsız olurlar. Minarelerden, camilerden, tekke ve zaviyelerden rahatsız olurlar. İmam hatiplerden rahatsız olurlar. Kur'an kurslarından rahatsız olurlar. Örtülü bayanlardan rahatsız olurlar. Hacı babanın sakalından rahatsız olurlar. Kâbe’den rahatsız olurlar. Sonuç itibariyle din adına ne varsa her şeyinden rahatsız olurlar. Çünkü tüm bunlar ölüm sonrası hayatın varlığını haykırır da ondan rahatsız olurlar.
Bunun için bu türler eğlenmek isterler, eğlence yerlerine dalarlar. Gününü gün edecek ne varsa anlık yaşar, anlık zevklerin tadına varırlar. Ölünceye kadar zevk adına ne varsa her şeyi tatmak isterler. Dünya görüşlerinin temelini de bu zevk anlayışları oluşturur. Siyasetleri de bu anlayışa göre şekillenir.
Ölüm vaazının etkisini ölümü unutmada değil de onu hatırlatmada bulup sürdürmek isteyenler ise girdikleri yaş seviyesini göz önünde bulundurarak ahiretin var olduğu yönündeki düşünceleriyle hayatlarına anlam kazandırırlar.
Semavi tüm dinlerde İslam hariç tahrif olmalarına rağmen inanç esaslarının temelinde ahiret gerçeğinin olduğunu görürler. Haliyle insanı dehşete sokan ebedi bir yok oluş fikrinden böylece kurtulmuş olurlar. Heyecanın başladığı yerdedir artık bu tür insanlar.
Kur’an’da vefatın, her nefsin ölümü tadacağı biçimde ifade edilişi duraksamanın değil de bir hareketliliğin var olduğu manasına gelmesi bu heyecanın ana eksenini oluşturur. Haliyle bu duraksamama eylemini ahiretin varlığına bir delil olarak görür bu insanlar. Ölüm, yaşayanların bu dünyadaki bedensel sonunu ifade eder. Ayette vefatın, 'her nefsin öleceği' biçimde değil de bunun yerine 'her nefsin ölümü tatması' olarak terennüm edilişi hayatın ölümle sonlanmadığını gösterir bize. Ölüm bir evreyse o evreyi tadan nefisler yoluna devam edecek demektir; ölmekle çakılıp kalmayacaklardır. İnkâr edenler ölümle çakılmayı anladıkları için yaşadıkları çıkmazların sonu gelmemektedir.
Ölümden sonraki hayatın var olduğu fikrinin insanı ebedi ıstıraptan kurtarması için bunun inanç halini alması gerektiğini bilir bu insanlar. Mesela imanın altı şartından biri ahirete inanmaktır. Bu inanç imanın olmazsa olmazlarındandır.
Ahiret inancı eylemlerimizin sonucunun masaya yatırıldığı yer olması itibariyle önem arz eder bu insanların nezdinde.
Şöyle düşünür bir an bu insanlar;
Sınava hazırlanan öğrencinin hedefi dünyada yaşadıkları sürece geliri tüksek bir mesleğe atılmasıdır. Bu yolun da iyi bir üniversiteyi okumaktan geçtiğini, haliyle sınavdan yüksek bir puan almasının gerekli olduğunu bilir.
Sınav hazırlığına bakılırsa bu durum her ne kadar öğrencilerin son sınıfa geldiklerinde daha belirgin bir hal alsa da aslında sınava hazırlanışın öğrencide doğumundan itibaren başladığını kabul ederler. Ana sınıf ve ana okuldan başlayan hazırlığın formel biçiminden önceki ebeveynli dönemler de bu hazırlık dönemine dahil olduğu için sınava hazırlık doğumlarından itibaren başlamış olur.
Ahiret yurdunun ilk oturum sınavı kabir suallerinden oluşur. İkinci oturumuysa mahşerdedir. Bizim için sonsuza dek sürecek mutluluk dolu bir hayatla, hüsranla geçecek bir hayatın belirleneceği bir sınavdır mahşerde karşılaşacağımız sınav.
Ölüm vaazı bize bu büyük sınavı hatırlatır. Tabiri caizse kafayı çalıştıran bu sınavın hazırlığı derdine düşer. Zararın neresinden dönülürse kardır düsturunca geçmişindeki başarısızlıkları düşünmeden kafasının dank ettiği yerden sınava hazırlanmayı ciddiye alan öğrenci gibi kolları sıvar, şuura dönüşen bilincini kullanarak kulluğun gereklerini o an yerine getirmeye başlar.
Eğitimde, bilinçli çalışması sonucu emsalleriyle giriştiği yarışta mezuna kalmış nice öğrencinin geçmişindeki eksiklikleri kendisinin gidermesiyle ipi göğüsleyiş hikâyeleri mevcuttur.
Ahiret sınavına hazırlanma bilinciyle hareket eden bir kimsenin o andan itibaren geçmişindeki aksaklıkları gidermesi, asla mezuna kalmış öğrencinin geriye dönüp eksikliklerini gidermesi gibi değildir. Bilakis edeceği bir tövbe ile geçmişe dönük tüm aksaklıklarının giderilmiş olması büyük bir avantaj taşır bu insanlar için. İşte buna Allah'ın rahmeti ve merhameti denir.
Bizi ebedi bir huzura kavuşturacak sınavın;
Birinci konusu imandır.
İkinci konusu ameldir.
Üçüncü konusu da güzel ahlaktır.
Hazırlık konuları Kur'an'da; hazırlık testleri de sünnet-i seniyyede mevcuttur.
Kurslar günde beş kez camilerde verilir. Testler hayatın her alanındaki davranışlarla yapılır.
Görüldüğü gibi ne bir belirsizlik ne de bir zorluk var.
Ölümü tefekkür edip sonrasını kabul edenler her ölüm sonrası bunları düşünerek hayatına yön verirler.
Günde yirmi kez ölümü düşünene cennetin vacip oluşu bir müjdedir aslında. Ölümü düşünmek, sonrasına inanmayanlar için hayat gam ve kedere dönüşürken, sonrasına inananlar için hayat neşe ve heyecana dönüşür.
“Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz, nasıl ölürseniz öyle dirilirsiniz” hadisi şerifi aslında bize hayatın Müslümanca formülünü göstermektedir.
Tahir kardeşimizin eşinin (Fransızca öğretmeni) ölümü bir yede bu formülün mücessem halini gösterdi bizlere. Hayatı, imanını korumak ve bunu anlatmakla geçen kardeşimiz, ruhunu seccadesinin başucunda teslim edivermişti.
“Rabbimiz, ruhumuzu razı olduğun hal üzere alsın.” duası ve sınavın tüm geçmişlerimizle birlikte bize de kolay olması ümidiyle...
Kurban bayramınız mübarek olsun.
Mustafa Salim
08 Haziran 2025 Ankara