Evet, evet gitmemeliydi…
Neden mi?
Gitsin diyenlerin gürültüsünden anlıyorum ki gitmemeliydi.
Kimler git diyordu?
Dershaneler gitsin diyordu…
Sendikalar gitsin diyordu.
İzzeti ikbalini adam kayırmacılığa bağlayan öğretmenler, gitsin diyordu.
Bir de milletin manevi değerleriyle barışık bir eğitim sisteminden rahatsız olanlar gitsin, diyordu.
Haklıydılar çünkü Sayın Ömer Dinçer Bey; paslanmış öğretmen, paslanmış idareciyi sevmiyordu.
Haklıydılar, çünkü sırtını dayadıkları sendikaların adam harcama silahı, onun döneminde zaman zaman tutukluluk yapıyordu.
Haklıydılar çünkü devreye sokmaya çalıştıkları milletvekillerinin hatta bakanların bile tayın takip işine pek pirim vermiyordu.
Malum, 1924’te Türkiye’ye çağrılan John Dewey’in raporları doğrultusunda şekillendirilen eğitim sistemi, aşırı merkeziyetçiydi.
Bir kısmını kayıran bir kısmının önünde engeller oluşturan bir eğitim sistemi inşa edildi.
Çok basit bir örnek,
İlköğretimi, liseyi kıt imkânlarla okuyup ve üstelik çok da haylaz bir öğrencilik yıllarını geçiren bir öğrenci düşünün.
Bu yol, yol değil deyip milletine faydalı, hayırlı bir evlat olamaya karar verip oturup çalışmaya başladı diyelim.
Girdiği sınavlarda fen lisesi ya da öğretmen lisesinden mezun birçok gençten daha iyi başarı gösterse bile okul türü puanı, okul başarı puanı diploma notu puanı gibi bazı teknik oyunlarla ona geçmişinin faturası ödetiliyordu.
Allah bile geçmişi affediyordu ama bu sistem olmaz diyordu.
Aynı öğrenci, ne olur yapmayın?
Benim elimden zamanında kimse tutmadı.
Arkadaşlarım arasında farkındalığımı hissettirmenin yolunun grup içinde baskın olmaktan geçtiğini düşünüyordum.
Böyle olunca da arkadaşlarımla kavga kaçınılmaz oluyordu.
Öğretmenle sürtüşme kaçınılmaz oluyordu
İdareyle sürtüşme kaçınılmaz oluyordu.
Erkek- kız muhabbetini dünyanın en büyük sorunu görüp derslerimizi ikinci plana ötelerdik
Ancak son anda aklım başıma geldi tövbe ettim,
Pişmanım.
Hayatımın geri kalanını bambaşka bir şekilde sürdüreceğim, dese de geçmişindeki hataların faturasını sadece kendisi değil torunlarına bile çektirmek üzere kurulmuş bir eğitim sistemimiz var maalesef.
Ömer Dinçer Bey, çağın ihtiyaçlarından uzak bu eğitim anlayışına neşter vurmayı düşünüyordu.
Bu ve buna benzer öğrenciler, geçmişinin faturasını ilelebet boynunda taşımamalı diyordu ve bu alanda düzenlemeler planlıyordu.
Öteden beri belli kesimin çocuklarını üç sıfır önde yarıştıran bu sistemde kökten değişiklikler getiriyordu.
Ama gönderildi.
Hüseyin Çelik Bey bakanlığı dönemindeki adam kayırmacı ve popülist tutumundan dolayı canı yananlar, özelde bazı cemaatlere genelde onların üzerinden kutsal değerlere sürekli küfür ediyordu.
Zira bu konuda masum olduklarına inandığım bu camiaların öncülerinin de onların inandıkları kutsal değerler de bu küfürleri asla hak etmiyordu.
Açıkçası bu beni çok rahatsız ediyordu.
Ömer Bey döneminde, bu küfürlerin dozajında azalma olmuştu.
Hiç olmazsa bunun için gitmemeliydi.
Peki dershaneciler, neden onu sevmiyordu.
Çünkü Bakan Bey, dershanecilere diyordu ki, çıkın apartmanların altından.
Biz size kredi verelim, geniş lavabolu, geniş bahçeli, sportif etkinliklere müsait okullar kurun biz de size öğrenci verelim diyordu.
Onlar hayır diyordu.
Gerekçeleri, zarar edeceğiz.
Oysa Ömer Bey’in sözünü ettiği bu özel okul konsepti, sanıldığı kadar mağduriyet doğurmuyordu.
Basit bir hesapla devlet, öğrenci başına iki bin beş yüz lirayla bu özel okullardan hizmeti satın alacaktı.
Bu okullar, her bir öğretmenin maaşını iki bin beş yüz liradan ödese bile, yirmi beş öğrenci bir öğretmen maaşını amorti ediyordu ve özel okulların eline bu para toplu geçtiği için önünü görme imkânları da olacaktı.
Üstelik kaç dershane öğretmenine iki bin beş yüz lira veriyor.
Kaldı ki şuanda Türkiye’deki tüm dershaneler asgari ücret üzerinden öğretmen maaşını gösteriyor ve en kral öğretmenine de ancak milli eğitimin öğretmenine verdiği ücreti veriyor.
Bir öğrencinin devlete yıllık maliyeti bin beş yüz lirayken dershaneler Batı Anadolu’da öğrenciyi üç bin liranın üzerinde bir ücretle kaydettikleri halde zarar ediyor.
Üstelik çoğu da öğretmenin maaşını ödeyemiyor.
Hayır, ödemiyor değil, gerçekten ödeyemiyor…
Peki nereye gidiyor dershanecilik sektöründe dönen bu bir buçuk milyar dolarlık rant?
İşte bu rant, birkaç kişinin ya da büyük dershanenin sahipleriyle yayınevlerinin cebine gidiyor.
Şu an Doğudaki dershanelerin çoğu, sadece ama sadece yayın evlerine çalışıyor.
Sayın Ömer Bey’in önerdiği sistem, Anadolu’nun doğusundaki binlerce dershaneyi de hamallıktan kurtarıyordu. Çalışan öğretmenini de bu işkenceden kurtarıyordu.
Çünkü buralardaki her dershanenin en az beş yüz öğrencisi var ama hiçbirinin öğrenci başına iki bin beş yüz lira eline geçmiyor.
Neyse,
Hem zaten gitti, ben niye konuşuyorum ki…