2020 yılı birçok alanda olduğu gibi sendikalar için de olumsuzluklarla anılan bir yıl olacak. Koronavirüs salgını nedeniyle sendikalar, alan ziyaretlerini, üye çalışmalarını ve salon toplantılarını iptal etmek durumunda kaldılar.
İşçi sendikaları açısından, koronavirüslü dönem, işçilerin salgın koşullarında çalışmak zorunda olmaları ve kıdem tazminatı tartışmaların gölgesinde geçti.
Memur sendikalarının gündeminde ise bazı sendikalar tarafından, kamu görevlilerine sendikal baskı yapıldığı yönündeki iddialar ve yetkili sendika belirleme sürecine ilişkin tartışmalar vardı.
Bu tartışmaların merkezinde, Kamu-Sen ve bağlı sendikaların, memurların zorla Memur-Sen’e bağlı sendikalara üye yapıldıkları yönündeki iddia vardı.
Kamu-Sen bu iddiaları ilk defa gündeme getirmiyor. Memur-Sen, 2010 yılında en fazla üyeye sahip konfederasyon olup, kamu görevlilerini temsil yetkisini Kamu-Sen’den devraldığı günden itibaren Kamu-Sen ve bağlı sendikaların yetkilileri, üye ve temsil yetkisini kaybetmenin bahanesi olarak “sendikal baskı” argümanını kullanıyorlar.
Uç noktada ideolojik duruşları ve milletten yetki almış bir iktidara karşı sendikal muhalefet sınırlarını aşan husumetleri nedeniyle yaşadıkları erimeyi, sendikal baskıyla izah ediyorlar. Erimeden şikâyetçi olanlar, aynı zamanda erimenin sorumlusu oldukları için her yıl üye sayılarının tespit edildiği döneme yakın zamanlarda yaşadıkları hezimeti, evlere şenlik gerekçelerle izah etmeye çalışıyorlar.
Kamu-Sen yöneticileri, yaşadıkları “yetki alamama sendromu” öyle bir noktaya geldi ki; arayışlarıla akıl, izan ve hukuk sınırlarını zorlar bir noktaya savrulmuş durumdalar.
Bu tuhaf açıklamalardan bir, Kamu-Sen Genel Başkanı Önder Kahveci’den geldi. Sayın Kahveci açıklamasında “Biz her kurumda yetkili sendikanın sandıkla belirlenmesini istiyoruz. Görülecektir ki Konfederasyonumuza bağlı sendikalar bu sandıklarda açık ara önde çıkacaktır. Kendi üyelerinin bile yetkili sendikalara güvenmediği görülecektir” ifadeleriyla kamu görevlilerinin sendikal tercihine tahammülsüzlüğünü, yetkili sendikayı tanımadığını ifade ve ima ederek göstermişti.
Benzer bir hazımsızlık Türk Eğitim-Sen Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Yaşar Şahindoğan’dan gelmiş, Şahindoğan, “Eğer sendikacılıklarına güveniyorlarsa hodri meydan yetkili sendikalar eğitimcilerin oylarıyla sandıkta belirlensin. Herkes boyunun ölçüsünü ve eğitim çalışanlarının gerçek iradesini görsün.” ifadeleriyle adeta yetkili olamamanın bahanesiniin arayışına yönelmişti.
Buna benzer birçok açıklama var. Bu açıklamaların her birinin psikolojik arka planında, beceriksizliğini saklamanın telaşı, anlamsız bir sendikal husumet, çaresizlik, tükenmişlik ve ideolojik körlük var.
Meselenin bir başka boyutu ise sendikaların genel merkez yöneticisi hatta genel başkanı olmuş kişilerin çalışma hayatının kuralları, sendikal literatür ve sendika hukukundan bihaber olmalarıdır.
Kamu-Sen ve bağlı sendikaların yöneticileri, aynaya bakıp nerede hata yaptıklarını düşünmedikleri sürece kamu görevlilerinin teveccühünden uzak, “diğer sendikalar” grubunda bir sendika olmaya devam edecekler.
Kamu-Sen yöneticileri, yetkiyi kaybettikleri günden itibaren yetkili sendikalara, siyaset kurumuna, bürokratlara ve kamu görevlilerine söylenmemiş söz, edilmemiş hakaret bırakmadılar. Öyle ki; Kamu-Sen’e bağlı sendikalardan ayrılanları ahlaksızlıkla suçlayacak kadar ileri gittikleri dahi oldu ama kendilerini sorgulamayı akıllarına getirmediler.
Bütün spekülasyonlardan, çarpıtmalardan, karalamalardan bağımsız olarak, kamu görevlilerinin kimi muteber gördüğü, sendika üye sayılarıyla tescillendi.
Son 10 yılda olduğu gibi bu yıl da ezici bir çoğunlukla Memur-Sen’e bağlı sendikalar, dolayısıyla Memur-Sen’in üstünlüğü söz konusu.
Bakalım Kamu-Sen yöneticileri gelecek yıl başarısızlıklarını hangi parlak fikirlerle izah etmeye kalkacaklar.